 
                                                                                 Josep  Roca’yı kucaklamak istedim. Ne zaman mı? 3 Eylül’de Karaköy Neolocal’de  davetlilere verdikleri yemeğin sonunda bana İstanbul’da onu en  etkileyen üç lezzeti sıraladığı zaman: Kokoreç, cağkebap ve köfte!
 Dünkü yazımda belirttiğim gibi İspanya, Girona kentindeki El Celler  de Can Roca, dünyanın rezervasyon yapması adeta imkansız  lokantalarından. Michelin’in üç yıldız verdiği yedi İspanyol  lokantasından biri. Parlak bir fikirle ve San Pellegrino sponsorluğunda  çıkan bir İngiliz dergisine göre dünyada bir numara.
***
Josep Roca, lokantanın somölyesi ve belki İspanya’nın en iyisi. Abisi  Joan mutfakta, küçük kardeş Jordi ise tatlı şefi. Üç silahşörler  ülkemize haziran ayında da gelmiş kısa bir süre bile olsa mutfağımız ve  onlara sunulan şaraplarla tanışmışlar. Bu tanışıklıktan doğan ilişki,  iyi niyetli ama kimyaları tam tutmamış iki genç arası evlilik gibi. Joan  Roca kendi kadrosunu getirmiş ve Türk mutfağından esinlenen ve sadece  bizim malzemeleri kullanan tadımlıklar ve minik porsiyonlar hazırlamış.
Zengin bir mönü hazırlamışlar. 12 minik tadımlık ve altı küçük porsiyon  ve son olarak iki tatlı. 100 küsur kişiye aynı anda ve doğru sıcaklıkta  yemek çıkarmak kolay değil. Durum böyleyken beni şaşırtan bir nokta, 12  tadımlık arasında frutoz ve kızartmaların ağırlığı. Belki bu yüzden,  benim bulunduğum masada tadımlıklar başarılı bulunmadı. Ben iki tanesini  çok beğendim. Biri kızartma yerine buharda pişen, içi ançuvezli  brioche. Diğeriyse patates kokoreci.
 
Kafam karıştı
 Bundan sonraki altı küçük porsiyonun bazıları kafamı karıştırdı ve  fazla bir şey ifade etmedi, bazılarınıysa beğendim. Kafamı  karıştıranlara bir örnek: Yeşil mantı, keçi peyniri, nar, antep fıstığı,  soğan turşusu, kavun ve rakılı kavun… İçinde başka baharatların da  bulunduğu bu çorba benzeri tabakta, malzemelerin birbirleriyle kimyası  iyi tutmamıştı ve yanlarında sunulan Sultaniye ve Emir kupajı da biraz  eğreti kaçmıştı. Keza ben balık ve etlerin birlikte olduğu yemeklere  ilgi duymama rağmen, kemiksiz kaburga kebabı ve midyenin bileşimini  anlayamadım.
***
Kuzey Ege’de harika kabuklular olmasına rağmen yemekte karşımıza sadece  midye çıktı. Bu öğünde bağlayıcı olarak kullanılan greyfurtlu kayısı  püresi de hem yemekle uyumsuzdu hem de sunulan öküzgözü şaraba  yakışmıyordu. Minekop balığı da yetiştirme idi ve vakumda pişirme  yöntemi bu balığı aşırı yumuşatmasına rağmen, yavanlığını önleyememişti.
 
En iyi beyaz
 Diğer üç yemeği beğendim, tatlıları çok beğendim, sunulan ikisi  tatlı, sekiz şarap arasında da birini epey takdir ettim, diğeriniyse  ülkemizde şu ana kadar yapılan en iyi beyaz buldum. Beğendiğim  yemeklerin başında İspanyol escabeche’den esinlenen kefal yumurta,  kereviz, uskumru infüzyon ve deniz börülceli çiğ uskumru turşusu  geliyor. Yanındaki Kapadokya’da bir Alman’ın Hasan Dede sepajından  anforada yaptığı hafif oksidatif doğal şarap bardakta durdukça  güzelleşen, derinliği olan, tam bir teruar şarabıydı.
***
Bunların dışında, içinde ondan fazla malzemenin bulunduğu kuzu gerdan yahni başarılıydı.
Tatlılar parfüm acısından zengin, şekerli olmayan, harika tatlılardı.  Önce Türk parfümü, şeftali sorbe, tarçın kreması, kimyon kreması, safran  ve ballı lokum, antepfıstığı karamel… Arkasından keçi sütünden olduğunu  düşündüğüm, incirli, sütlü tatlı…
Kısacası ilginç ve provoke edici bir yemekti. Eğer üç silahşör ülkemizi  tekrar ziyaret ederse İspanya’daki düzeylerine daha da yaklaşacaklarını  düşünüyorum.
 
DEĞERLENDİRME: 4 YILDIZ
GASTROMONDİALE ÖLÇEĞİ: 13/20
 İçinde kokoreç suyu hapsedilmiş patates bizim bu enfes halk yemeğini modern tekniklerle çok güzel birleştiriyordu.