 
                                                                                 Lokanta  üçüncü Michelin yıldızını aldıktan sonra bazı şeyler değişti. Daha  geniş ve lüks bir mekâna taşınmaları, mutfakta çalışanların sayısının  artması ve müşterilerin çoğunu yabancıların oluşturmasından dolayı Joan  Roca stilinde kayma oldu.
 İspanya’nın Katalanya bölgesinde, Girona kentindeki El Celler de Can  Roca, gastroturistlerin uğrak noktalarından ve rezervasyon yapması çok  zor bir lokanta. Michelin üç yıldızlı olmasının dışında, kuşkusuz  dünyanın en önde gelen lokantalarından. Ama lokanta tercihleri ve bu  seçimde kullandıkları yöntem ciddi sorunlar içeren ‘The Restaurant’  dergisinin iddia ettiği gibi ‘dünyanın en iyisi’ mi; orası tartışılır…
 Bununla birlikte tartışılmayacak iki unsur var: Birincisi, herhangi  bir lokanta uluslararası bir jüri tarafından ‘ilk 10′da ilan edilince,  ben dahil, insan merak ediyor ve orada bir kez bile olsa, yemek yemezse  önemli bir gastronomik şöleni kaçıracağını düşünüyor. İkincisiyse Roca  Kardeşler’i ülkemize getiren ve birçok şef ve yeme-içme yazarıyla  buluşturan Garanti Bankası’nın ulusal gastronomimize önemli bir katkıda  bulunduğu…
“Gastronomik şölen” dedim. 1998-2007 arasında, burası henüz bu kadar  ünlenmemişken, unutulmaz yemekler yedim bu lokantanın eski ve daha  mütevazı mekânında. 1998′de sadece bir Michelin yıldızları vardı.  2002′de ikinciyi, 2009′daysa en yüksek aşama olan üçüncü yıldızı  aldılar.
Hak ettiler mi? Sonuna kadar! Özellikle üçüncü yıldız öncesi yediğim birçok öğün hâlâ belleğimde.
 
ET VE BALIK AYNI TABAKTA
 
 Genel olarak bu lokantayı bu kadar sevmemin üç nedeni vardı.  Öncelikle olağanüstü malzeme kalitesi ve bir tabakta, ana vurguyu  kaybetmeden, birbirini tamamlayan birden çok eleman ve onlarla kontrast  halinde ama o yemeğe derinlik veren bir ürün (bazen baharat)  kullanılması. İkincisi, yemeklerde kullanılan birçok öğenin ayrı  pişmesine ve birden çok pişirme tekniği kullanılmasına rağmen,  yemeklerin yalın ve doğallığını korur şekilde önünüze gelmesi. Kısacası  lezzet ya da gustonun kullanılan tekniklere feda edilmemesi. Yani  tekniğin ve sunumun nefasetin emrinde olması. Üçüncü olarak da klasik  Katalan Mutfağını yeniden yorumlayan şef Joan Roca’nın deniz ürünleriyle  sakatatı birleştirmede gösterdiği başarı ve bu tip ‘surf and turf’  (deniz ürünü ve kırmızı eti birleştiren) tabakların hem doku hem lezzet  açısından adamı Nirvana’ya çıkartması (örneğin paça ve bizde bulunmayan,  kalamarı andıran ama daha lezzetli ‘espardenyes’)… Zorlama olmayan,  yaratıcılığını kör parmağım gözüne bas bas bağırmayan bir mutfak. Bütün  bunlara İspanya’nın belki en iyi somölyesi olan Josep Roca’nın seçtiği  ve doğru ısıda sunduğu şarapları, küçük kardeş Jordi’nin son derece  aromatik tatlılarını ekleyin. İşte gerçek mutluluğun formülü
Bu mutluluğu herkesle paylaşmak için can attım ve Allah nasip etti.  Yemeğin sonunda Joan Roca ile sohbet ettik. Bu programı izleyicilere  tekrar göstermek istedik ama her yemeği farklı bir şarapla  eşleştirdiğimiz için yeni yasaklara takıldı ve mümkün olmadı.
2009 senesinde ve lokanta üçüncü Michelin yıldızını aldıktan sonraysa  bazı şeyler değişti. Daha geniş ve lüks bir mekâna taşınmaları, mutfakta  çalışanların sayısının artması ve müşterilerin çoğunu yabancıların  oluşturmasından dolayı Joan Roca stilinde kayma oldu. 2009 sonrası önüme  çıkan tabakların bazıları teknik açıdan aşırı sofistike ve sunum  açısından avangard idi ama lezzet sanki ikinci planda kalmıştı. Hem  porsiyonların küçük hem de bazı yemeklerin ondan fazla eleman tarafından  ve birçok parfümün birleşmesiyle yapılmasından dolayı insan bu  tabakların gerisindeki çalışma ve tasarımı takdir ediyor ama bazen  lezzet açısından tam tatmin olmuyordu. Joan Roca’nın insanüstü çalışma  programından dolayı da birçok et ve balık, belli bir standart tutturması  daha kolay ama her malzeme için uygun olmayan ‘vakumda pişirme’  yöntemiyle pişiyor. Joan Roca bu konuda bir otorite ve kitabı var.
 
PUANINI KIRDIM
 Tütsüleme, belli lezzetleri toz haline getirme, bazı algınatlarla  emülsifiye ederek sosları koyulaştırma (xantam güm) gibi moleküler  mutfağa özgü teknikler gereğinden fazla kullanılıyordu. Kısacası mutfak  doğallığından ve Katalan temelinden biraz uzaklaşmaya başlamıştı. Bunun  sonucu olarak da bendeniz İngilizce olan ve kullandığım ölçütleri  Hürriyet’te ilk yazımda açıkladığım Gastromondiale sistemde daha önce  19/20 olan değerlendirmemi 16/20′ye indirdim ve bundan sonraki iki  ziyaretimde de burayı 16/20 düzeyinde buldum. Michelin düzeyine göre  19/20 üç yıldızın üst düzeyi olurken, 16/20 iki yıldızın üst düzeyiyle,  üç yıldızın alt düzeyine yakın bir değerlendirmeyi ifade ediyordu.
Geçen haziran ayında Roca Kardeşler’in Türkiye’de zaman geçirip bir  belgesel çektiklerini ve birçok lokantayı ve pazarı ziyaret ettiklerini  öğrendim. Aynı zamanda Josep Roca bazı Türk şaraplarını denemişti.
 Eylül ayının başında Roca Kardeşler İstanbul’a 30-35 kişilik bir  ekiple tekrar geldiler. Yarısı servis elemanı olan bu ekip, Salt  Galata’da Neolocal lokantasında dört akşam yemeğiyle davetlilerin  karşısına çıktı. Ben daveti kabul ettim çünkü hem Roca’ların sadece  ülkemiz malzemeleriyle ve kısa zamanda tanıştıkları Türk mutfağından  ilham alarak hazırlayacakları yemekler ve şarap uyumunu merak ediyordum  hem de son derece bilgili ama mütevazı ve canayakın Josep ile tekrar ve  kendi ülkemde karşılaşacağımdan dolayı heyecanlıydım.
Acaba bu yemek nasıldı ve beklentilerime cevap verdi mi? Müsaadenizle bunun cevabını yarına saklayayım.
 
